1 Aralık 2009 Salı

Sen...

Tüm yalnızlığınla nasıl da bütünsün…

Koskoca bir boşluktasın,

Tam ortasındasın karanlığın belki de…

Öyle bir duruş oluşturmuşsun ki senelere inat…

Karaların içinde mavi bir ışık süzmesi misali

Gökyüzümdesin…

Furkan...

Güftem...

Olmuyor işte…
Ne yapsam olmuyor…
Tüm çabalarım bir sis bulutu misali çöküyor,
Mutluluklarımın şehrinin üzerine…
Yalnız, ıssız, zamansızım yine...
Seni özlüyorum özledikçe bilinmezliklerde kaybolup gidiyorum…
Ve bunu bir ben biliyorum…
Karanlık tüm köşe başları, meyhaneler, kahvehaneler bu şehirde…
Öyle bir karanlık ki körleşiyor tüm duygular,
Aşk çok uzak,
Tebessümler donmuş,
Kelimeler tüm kifayetini büyük bir indirimle satışa çıkarmış sonunda
İnsanlar konuşuyor çünkü maliyeti kurtarıyor buralarda
Cümle tasarrufuna gitmiş yürekler, artık vazgeçmişler umut etmekten, konuşmuyorlar…
Ölümüne içip sızmış bir köşede yüreği ışık saçan,
Her nasılsa temiz kalmış siluetler… !
Kusuyorum mutluluğumu,
Kusuyorum isyanımı,
Kusuyorum alışılagelmişin dışında tüm umutlarımı…
Bağırıp çağırıyorum kimi zaman…
Kimse duymuyor…
Sen hiç duymuyorsun…
Duysan da donmuş tebessümün hissettiremiyorsun…
Sen sevgili,
Kurallara uygun yaşıyorsun,
Nefes alıp veriyor, acıtsa da duymuyorsun yüreğinin sesini…
Günü bitirip geçiyorsun başköşesine hayatın…
Kendini dinlemiyorsun dinlersen rüzgârın alır götürür seni
Bunun farkındasın ve duymuyorsun ne beni ne kendini…
Hep asi yaşamaktan yorgunsun sen…
Hayat yorgunusun…
Temiz ne kalmışsa bu bataklıkta inanmıyorsun onlara,
Hayatı olduğu gibi götürüp rol alıyorsun sahnenin en orta yerinde…
Ben ise sahne aralarında yapıyorum gösterimi,
Oynayan da ben oluyorum, ışıkçı da ben, senaristte ben…
Benim oyunumda izleyen olmuyor,
Oyunum bitince kendimi selamlıyor sahnemi temizleyip çekiliyorum köşe başıma…
Gün gelir yüreğinin ışığını keşfedersin belki sende…
Rüzgârına bırakırsın hayatını,
Toplarsın kendini, cesaretini…
İnanmayı denersin yüreği ışık saçan temiz yüreklere…
Ben buradayım sevgili bu şehirde bir köşede…
İnanırsan bulursun beni…
Güzel günlerin varlığına inanırsan bir gün,
Sil tüm pasını gözlerinin,
Duymak istemediğin ne varsa bu güne kadar onları duymak için sarf et son çabanı
Elini uzat en karanlık köşe başına şehrin,
Hiç duymadığın bir melodiyi ilk defa dinler gibi dinle şehri…
Kalp atışlarımı duyacaksın…
Gel de güftesi ol tüm bestelerimin,
Dinleyen de biz olalım, yazan da, çizen de… !

30 Kasım 2009 Pazartesi

Olmaz mı ?

Yitip giden mutluluklarımızın şerefine,
Zamanın yitiriciliğine meydan okurcasına,
Kaldır kadehini kör yalnızlığım..

Bir kadeh şarap eşliğinde bir kibrit yakalım,
Nefes almak uğruna,
Yaşıyor taklidi yapmayı bırakıp,
Bir kadeh şarabın verdiği cesaretle,
Meydan okuyalım şu zifiri karanlığa...

Yutkunupta söyleyemediklerimizi,
Boğazımızda düğümlenenleri
Bağıralım çığlık çığlığa hayata..

'Dur, gitme' diyemediklerimizi haykıralım..
Müebbete hüküm giymiş cümlelerimizi, düşlerimizi,
Rutubet kokulu parmaklıkların arkasından kurtarıp,
Tüm Keşkelerimizi YAKALIM...
Ve ısınalım...
Olmaz mı yalnızlığım_? ..
Furkan ...

Unutacağım seni..

Dinle sensizliğimin haykırışlarını..
Anla bir kez olsun sana olan duygularımın çaresiz çırpınışlarını...
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biliyorum..
Biliyorum artık doğmayacak güneş..
Yıldızlar dahi küsecek aydınlatmayacak artık karanlıklarımı..
Unutacağım işte seni bu zifiri karanlıkta..
Bir nefes duman da ..
Hatta yasak dizelerimin,
Devrim kokan düşüncelerimin satır aralarında aramayacağım artık gözlerini..
Duygularımın sonsuzluğunda kaybolacağım...
Yudum yudum içecek, bir kadeh içki misali beni,
O her insanın hayatta bir defa tadacağı manasız son..
Ve seni , o zaman başlayacağım unutmaya..
Ruhum aciz bedenimden sıyrılırcasına çıkıp erişirken sonsuzluğuna..
Seni bana hatırlatan her şeyimi de alıp götürecek bu son..
Soğuk ve cansız vücudum toprak olacak sonra..
Ardından bitecek bu işkence..
Artık ne ben olacağım ne de bu yaşadığım karşılıksız acizliğim..
Bir avuç toprak olacak sana benden kalan..
Bir de senin hiç görmediğin ,
Bir iki damla gözyaşı uğruna akıtılan... !
Furkan Ermut ...

En Baştayım...

İşte yine en baştayım…

Senelerdir yürüdüğüm tüm yolları bir gecede yaktım…

Geri döndüm…

Oysa güneşli pazartesiler, mutlu cumartesiler biriktirmiştim sırt çantamda…

Her gün yeni bir umut,

Her gün yeni bir tebessüm olacaktı yüzümde…

Sensizliğim acıtmayacaktı yüreğimi…

Yağmurlu gecelerde dışarı çıkmadıkça,

Bu kahrolası cam kenarında ıslanmayacaktı yüzüm…

Seni yazılarımla yazacaklarımla yaşatacaktım yüreğimde…

Sana söz vermiştim…

Özleminin yüreğimi her dağlayışında bir satır, bir satır daha yazacak,

İnancımı yitirmeyecektim…

Ve hep bu karanlıktan uzak duracaktım…

O senin nefret ettiğin fakat her defasında aniden tam ortasına düştüğün karanlıktan…

Sen hep karanlıkta yaşardın tıpkı Ay gibi…

Güneşi olurdun umutsuzlukla dolu her gecenin…

Sende benim gibiydin…

Nerde bir acı görsen koşar adım giderdin…

Hüzünlerle bulurdun benliğini…

Acıyla nefes alır, gözyaşını içerdin ağlamalarının…

Maskelerin vardı çeşit çeşit,

Her gün başka bir yüzle çıkardın insanların karşısına…

Geçmişin o kadar yakmıştı ki canını,

Her gece bir başkasının acısıyla kendinden uzaklaşıp o olurdun…

Kendine dönmekten korkardın sevgilim…

Kendine döndüğünde göreceğin şeyin ne kadar korkutucu olduğunu anlatamazdın kimseye,

Benden başka…

Geçmişinin acılarını kaldıramadığı için yüreğin,

Geçmişinle yüzleşmekten korktuğun için,

Hep onlarlaydın…

Bense sana söz vermiştim aramayacaktım seni…

Sesini, yüzünü, tenini düşlemeyecektim bile…

Çünkü ben sendim, sende ben…

Dünyanın olağan dengesiyle başa çıkamazdık…

Ben senin geçmişindeydim…

Yaralı çocukluğunda,

Deli dolu gençliğindeydim…

Büyüdün ve yaşanmışlıklarla başa çıkamayacak kadar güçsüzleştin…

Bitiremezdik bu yazmaya başladığımız romanı mutlu sonla…

Benim sonbaharım sarartırdı senin gözlerinin yeşilini… öyle söylemiştin…

Sana söz verdiğim o gri gecenin üstünden yıllar geçti ve…

Yaktım bu gece her yürüdüğüm kaldırımı tek tek…

Sana geldim...

Fakat sana söz verdiğim gri gece söylediğin gibi…

Benim sonbaharım sararttı gözlerinin yeşilini…

Gözlerinde, ölmüş yaprakların sokakta oluşturduğu hüzün dolu manzarayı gördüm…

Senelerce yürüdüğüm yolun beni senden uzaklaştırmasını dilemiş,

Fakat her adımda sana daha bir yaklaşmışım onu gördüm…

Ama senin attığın her adım geçmişinden, benden uzaklaştırmış seni...

İşte yine en baştayım…

Senelerdir yürüdüğüm tüm yolları bir gecede yaktım…

Yine senden uzaklaşmak uğruna kendimi yollara vurup,

Senelerce sana doğru yürüyeceğim…

Hoşça kal sevgilim…



Furkan Ermut...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Şiir..

Bir şiir ki bu,

Başı yok, sonu yok…

Beraber yazıyoruz da

Ne benim, ne onun,

Kimsenin haberi yok…

Furkan Ermut

Son Durak...!

Kısa bir tramvay yolculuğuydun hayatımda

Bir o kadar kısa bir o kadar doyumsuz …

İlk durakta bindiğimde tramvaya yalnızdım , yorgundum …

Birkaç durak sonra sen geldin ..

Hayatımdaki tek ulaşılmazım , tek beklediğim … sen geldin ..

Sarıldık sımsıkı , meğer ne çok özlemişim seni ..

Ne kadar da birikmişim yokluğunda sana …

Bir süre kalakaldık öyle …

Sessizleşti her yer biliyormuşçasına içimden geçeni

O an sonsuza kadar bitmesin istemiştim ..

Kokladım saçlarını ellerini tuttum sımsıkı ..

Baktım dünyalar güzeli gözlerine sessizce …

Meğer ne çok özlemişim gözlerini …

Umudun ne olduğunu anladım o an

Gözlerinde umudu hissettim ..

Sarıldığımda güveni …

Saçlarının kokusunda varlığımı hissettim ..

Her şey mükemmeldi

Fakat… Sessizleşti bir anda her şey…

Ellerim,dudaklarım titredi , konuşamadım …

Hoşça kal dedin , gidiyorum dedin

Yüreğim daraldı , başımda bir ağrı …

Ne oluyor demeye kalmadan ..

Karardı her yer ..

Bir anda kayboldun

Üşüdüm …

Ardından bir ses çınladı kulaklarımda …

Uyan hemşerim son durak …

Furkan....